Ana içeriğe atla

Düş Durakları: Viktoryen Etik ve Türkiye


Düşlerimiz, sadece bize ait olan, bazen kendimizden bile sakladığımız iyi günler atlası. Her gece düşlerle uyuyup her sabah aynı günlere uyanmak belki de. Ancak yaşadığımız çağ ile birlikte düşlerimizin de biçim değiştirdiği bir gerçek. Televizyon dizileri, evlilik programları, popüler edebiyat ve sosyal medyayla birlikte her şeye yetişme ve her şeyi gösterme kültürünün giderek artması düşlerimizi birazcık amiyane tabirle baltalanıyor sanırım. Bu durum tabi ki bu çağda hortlamadı! Geçmişi uzun. Adı da Viktoryen Etik. Bu nedenle iyimserlikle gerçekliği bulamayacağımız gerçeğinden yola çıkıp kötümser diyebileceğimiz bir bakış açısıyla özgürleşim alanlarımızın daralmasından bahsetmek iyi olacak.
İnsanın doğal yanlarını bastırıp, kendini işine vererek yükselmesini vurgulayan 19’uncu yüzyıl İngiltere’sinde başlayan Viktoryen Etik, aslında Adorno’nun “Aydınlanmanın ilk insanı Odysseus’un kendisidir’’ sözünden de anlaşılacağı üzere, uygarlığın binlerce yıllık seyrinin ürünüdür. Viktoryen etik bireylerin parmaklıklar ardında olmasa bile ruhunun bedeninin hapishanesi olmasıdır. 1837’de başlayıp 1901’de sona eren bu dönem Türkiye ve dünyaya baktığımızda pek de bitmiş gibi görünmüyor.
Ruhun hapishanesi aslında Foucault’nun bahsettiği bir kavram. Düşlerimiz, ruhumuz kapana kısılmış durumda. Beden aşırı engellerin ruhumuza ekildiği bir dönem bu, günden güne büyüyüp çığı olmuş bi dünya genç neslin, aslına bakarsanız herkesin.
Düşlerimiz, hayatta elde edemediğimiz, hayat koşuşturmacasından vakit bulamadığımız mutluluklar yumağıdır. Ancak bugün düş gören insan dönüşmüş onun yerine hayatını görevler için yaşayan bir birey durumuna gelmiştir. Hayatı görevler için yaşama hali, artan statünün görece suni bir mutluluk vermesi asıl durumu kavrayamamamıza yol açıyor ve düşlerimiz bize öğretiliyor. Modern hayatın sunduğu bu balon haller bir süreliğine de olsa bizi tatmin ediyor, gerçekte yapmak istediğimiz düşler sarmalından bizi giderek uzaklaştırıyor. Yaşamak istediğimiz hayattan çok yaşamamızı istedikleri bir yaşama doğru evrilmiş durumdayız. Buna göre davranıyor, buna göre fotoğraf paylaşıyor, buna göre yemek yiyoruz. Bu kadar bencil bir çağda yaşarken bir o kadar da çevremizi düşünüyor, statü kaybı yaşarsak dışlanmaktan korkuyor toplumun getirdiklerini düşlerimizi süsleyen ögeler olarak görüyoruz.
Yine Goffman modern toplumdan total kurumlara dönüştüğümüzü söyler. Bunun altında yatan nedenler Goffman’ın deyişiyle köşeyi dönme, en üste sıçrama, ilgi çekme ve bunların aslında en tepeye konulması Viktoryen etik anlayışının ilerisini gösteriyor. Bugün bireyler bir an önce “başarı” basamaklarını çıkmak istemekte, en fazla kazanıp piramidin üstüne çıkma gayretiyle yaşayıp çoğu zaman düş görmeye bile vakit bulamamaktadır. Düş görse bile bunları kısıtlamaktadır.
Düşlerimiz yeni, yepyeni çığırlar açan bir edim olmaktan çok yaşadığımız hayatın –pop-culturesevmesek bile- reddinden çok yaşanılanın meşrulaştırılması, insanın kendi kendisini kandırmasının romantik bir düzeyde insanın kendisine empoze etmesi oluyor. Düşlerin bu kısıtlanmışlığı günümüzün kitle kültürü içinde daha da yer ediniyor. Bu yanlış bilinç sistemin devamını sağlamak için çok akıllıca bir yöntem. Ancak kişinin biricik yaşamını düşündüğümüzde, düşlerin “oluşturulması” durumu bir hayli can sıkıcı. Bunu birey isteyerek yapmıyor ancak içinde yaşadığı toplumun ekonomik, sosyal ve siyasal durumu onu bu sistemin içine çekiyor, iliklerine kadar üstelik. Kendisiyle baş başa kaldığında bile bundan kurtulamıyor. Bugünün bireyi kendisini ruhunun hapishanesine kapatıp görece “seçkin” biri olup yaşayınca kendisini mutlu sayabiliyor.
Gelelim meselenin Türkiye ayağına. Burada işler çok karışık. Kimse hayal bile kurmuyor. Hayal kursa bile Viktoryen etik temelli, yani kısıtlı ve sisteme göre. Bu ülkede kimse mutlu değil! Yeni bir şey söylemedim farkındayım. Ama destekli atmak gerekirse TUİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) 2014 verilerine göre Türkiye’nin genç nüfusu 12 milyon 782 bin 381 kişi. Yani nüfusun yüzde 16,5’i. Yine diğer bir veriye göre gençlerin gelecekten umudu azaldı, kendini mutlu hissetme oranı da geçtiğimiz yıllara göre düştü.
Türkiye deyim yerindeyse bir yetersizlikler ülkesi. Üç tarafı tatminsizliklerle çevrili bu kara parçasında yaşayan bizlerin düşleri her gün biraz daha susuz kalıyor, verimsizleşiyor. Çorak araziye dönüşmeye başlayan düş atlaslarımıza istediğimiz sayfaları ekleyemiyoruz. Sahibi olduğumuz mesleği yapamıyoruz, mesleği yapsak özgür olamıyoruz, özgür olsak baskı görüyoruz. Çekiştire çekiştire sınırları, bağımsız olduğumuz yerlerde bile beyaz bayrak sallıyoruz.

Çizim: patriciafurtado.net
Çizim: patriciafurtado.net

Çok çalışma ve karşılığını alamama hali, mesleğinde yükselememekten doğan tatminsizlikler, Türkiye toplumunun kapalı yapısı vesaire çemberi daraltıyor. Öğrenci eviysen özgür değilsin, gecenin o saatinde oradan geçen bir genç kızsan buna ne hakkın var? Çocuksan tecavüze uğraman normal, en azından bir kereden bir şey olmaz. Genç bir erkeksen şehit olabilme potansiyelin çok yüksek. Tüm bunları geçtim eğer sabah uyanıp yürüyüş yapmak istersen veya akşam vakti işinden eve dönerken mesela bir canlı bomba gelip senin bırak düşlerini gerçek hayatını bile silip atar… Küçücük kısa bir anı bile kendine ayıramazsın bu ülkede. Bu ülkede düş kurmak yasak! Diğer her şey gibi. Bırak düşlerinde özgür olmayı sokakta yürürken bile özgür değilsin. Hayır kapatma sakın gözlerini hayal kurma burası bir düşler ülkesi değil burası Türkiye!
beden-ruhun-hapishanesidir
O yüzden gençlerden aydınlık yarınlar düşünmesini beklemeyin, ülke sinemasının ödüller toplamasını beklemeyin, bir babanın aldığı maaşla çocuklarını çok iyi yetiştirmesini beklemeyin, piyano kursuna neden göndermediniz diye soramazsınız burada o babaya. Burada ancak diyebilirsiniz ki iyi ki o saatte Taksim Meydan’ında değilmişsin, burada ancak diyebilirsiniz ki 10 dakika önce Güvenpark’taydım neyse ki Allah beni korudu. Burada düşlere değil, Allah’a sığınır öyle çıkarsın yollara. Demem o ki beşeriyetin düşleri Viktoryen etikten hasarla kurtulmuş olsa bile Türkiye’ye fena yakalandı. Burada fiziksel olarak bile özgür değilken düşlerimiz nereye kadar özgür kalabilir sorusunu sormak ve buna cevap aramaya çalışmak yersiz oldu. Bu yazıya başlarken fazlaca düşlemiş olmalıyım. Karnı aç olan bir halkın düşleri zaten özgürlüğünü yitirmiş, bütün kaleleri zapt edilmiş bütün orduları dağıtılmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Alarmı icat eden adam insanların 5 dakika daha uyumak istediğini nereden biliyor?

Alarmı icat eden adam insanların 5 dakika daha uyumak istediğini nereden biliyor? Bazı günler uyandığımda hangi günde olduğumu,bu günlere nasıl geldiğimi hatırlayamıyorum.Sanki zaman makinası bozulmuş da olmamam gereken zamanlara ve mekanlara atılmışım gibi..Zamanın ruhu sıkışmış sanki,yapılacak onca şeye rağmen ve zamana rağmen müthiş bir zamansızlık içindeyim.Zamanımı gereksiz şeylere harcamak istiyorum bazen.Size de oluyor mu? Düşünmeden,öylesine.Basit.Herkes gibi.Biraz egonuz kırıldı değil mi? Çünkü istemezsiniz herkese benzemek,hepimiz kendi zamanımızın krallığını kurmak isteriz.Gönüllere taht kurmak deyimi buradan mı geliyor acaba..Kim bilir.Belki yer yüzündeki tüm krallar akıldan çok gönülde yer almak istemişlerdir de elleri kanlı olduğundan kalbi tutacak cesareti gösterememişlerdir.Bilmiyorum herkes cesaretsiz zaten,kabuğuna çekilme derdinde tüm vücutlar..ama zamanımı yakalayamıyorum ben ya,hep 5 dakika daha diyorum her şey için.Zaman düşmanım gibi çoğu zaman,onunla yarı
Biz de mutsuz oluruz Behzat!         Mutsuz olmak;hepimizin kaçtığı içinde bulunmak istemediği duygular bütünü.Olunduğunda dışlanacağımız korkusu..Mutlu musun? diye sorulacak o soruya mutluyum diye cevap verebilmek için yanıp tutuştuğumuz an..Evet mutluluk sadece bir an.Belki de bu bize dayatılan mutlu olmak zorundasın,yoksa hayatın yaşamaya değmez mantığından geliyor..Herkes mutlu olmaya çalışıyor,reklamlara bakın kimi zaman mutluluk bir tık uzağımızda kimi zaman çok yakınımızda..Mutluluğun kokusu bazen bir parfümün içine sinmiş oluyor,bazen rahat koltuklara,bazen günlük pedlere,bazen bir akıllı telefona..Sahi mutluluk ne çok yere sığdırılmış böyle,uzaktan bakınca hayatınıza sığdıramamanız size komik geliyor,hatta utanıyorsunuz insanlara söylemeye.Daha hayattan ne istiyorsun ki hem sen diyecekler diye belki de.Akıllı bir telefonu mutlulukla başını döndürecek bir parfümün var senin.Ne duruyorsun mutlu olsana! Derler adama. Nedir bu mutluluk diktatörlüğü? Niye mutlu olmaya çalı

Göstereni severim gösterilenden ötürü; Gösteri Toplumu üzerine

Saç kurutma makinesinin sesinden rahatsızım. Parfümünüz dünyanın en güzel kokusu değil. Yürürken de şehirleri devirmiyorsunuz. Kendinizi göstermeye çalışmanızdan rahatsızım. Aynıyız, farkında değilsiniz ama ben anlatacağım.Benzetilmek üzere dünyaya geldik ve bizi bir güzel benzetecek bizim gibiler. Başarılı olacaklar ve sonunda biz onlara benzeyeceğiz. Karakterimizin ağzına sıçacaklar, aynı şeyleri yapmazsak ötekileştirileceğiz. Yaşadığımız çağ dönüştürüyor bizi farkında mısınız? Kemikleri kırılıyor hislerin. Ruhumuz çatlıyor çatır çatır ama sesini duymuyoruz. Duymuyorsunuz. Ben farkındayım, midem bulanıyor her gün. Kusmak istiyorum. Tüketim lunaparkında her gün başka bir oyuncağa binmekten rahatsızım. Etrafa gülümsemekten rahatsızım. Başarı diktasından rahatsızım. Eğlenmek zorunda olmaktan rahatsızım. Hayatıyla bir “etki” oluşturamayan insanların ontolojik kaygılarını izole etmek için bulduğu günü birlik “anlık” tepkilerden rahatsızım. Benim gibi düşünen biri daha var Karamsar ama ger